Perşembe, Nisan 23

Ayrılık niye: "Seratoninim bitti!"


Ayrıldığımızı E.'ye söylediğimde kaç yıldır beraber olduğumuzu sormuştu. Onun bildiklerine ya da iddiasına göre ilişkilerde 3-5-7 gibi tek sayılar çok kritikmiş. Bunları atlatamazsan ayrılıyormuşsun. N. de aynı iddiayı 4. yıl için söyledi. Bundan birkaç ay önce aşk, ilişki, tutku konularını çok konuştuğum M. de aşk 3 yılda biter deyip durmuştu. Söylediğine göre hiç farkında olmadan salgıladığımız kokular yüzünden aşık oluyormuşuz ve bir süre sonra karşımızdaki kişinin kokusunu duymamaya başlıyormuşuz.
İ.'den duyduğum trajikomik ayrılık sözü de aşkın kimyası meselesine takılanlara çok cazip gelecek: "Artık bu ilişkiyi sürdüremeyiz hayatım, seratoninim bitti!" Ben tam buna gülüyordum ki geçen gün K. mutat öğleden sonra komik haber okuma seanslarından birinde kadınların seratonin seviyelerinin 4 yılda, yani erkeklerden altı ay önce azaldığını, bu sayede yeni bir sevgili bulmak için erkeklerden daha fazla zamanları olduğunu (!) söyledi.
Bütün bu süreler, hormonlar, kimyalar, formüller bana fazla pozitivist ve indirgemeci geliyor. Ben, sevgilim, aşkımız, yaşadığımız şehir, hayallerimiz ve daha bir sürü şey hakkında hiçbir şey bilmeyen "bilim adamları" nasıl bizi tanımadığımız milyonlarla aynı kefeye koyabilir ki?

Unut

[Herhalde ilkokulun son senesiydi bu albüm çıktığında. içinde bizim için bir sürü damar şarkı vardı. Ama Unut apayrı... Hiç unutmam okul müsameresi gibi bir ortamda bu şarkıyı söyleme durumu hasıl olmuştu da sevişmelerimiz kısmını güzel sözlerimiz yapmıştık :)]

kolay olmayacak/ elbet üzüleceğiz/ mutlaka bir iz bırakacak/ belki de çocuk gibi sana küseceğim/ seneler sonra utanarak

dokunup birer birer sevdiğin eşyalara/ hatta belki ağlayacağım/ acı çektiğim doğru ama sen bana bakma/ ne olursa olsun seni unutacağım

seni sevdiğimi unut/ sevişmelerimiz yalan/ unut beni de her yalan gibi unut/ o sevgiler ki yoktular onlar ümitlerimizdi/ ne ümitler yaşlandı gel zaman git zaman/ ayrıldığımızı unut yalnızlıklar zaten yalan/ unut beni de her yalan gibi unut

kolay olmayacak elbet üzüleceğiz

Çarşamba, Nisan 22

Ayrılık Metaforları: Yağmur sıkıntısı


Küçükken annemin bol bol söylediği, kardeşle benim de hafif hafif dalga geçtiğimiz tabirlerden biriydi bu, yağmur sıkıntısı. Evet hava gerçekten de puslu, nefes aldırmayacak kadar nemli, yapış yapış olurdu ama bu durumdan sıkılan biz insanlar mıydık yoksa havanın kendisi mi sıkıntı yapmıştı bir türlü çözemezdik. Çocuktuk.
Halbuki ayrılığın düşünüldüğü, konuşulduğu haftalar aylar boyunca evdeki ve aramızdaki durumu ne güzel özetliyor. Biliyoruz, eninde sonunda bu nefes darlığı, bu bunalma, bu soğuk terler bitecek ve şiddetli bir yağmur gelecek. Ama ne zaman? Bizi de ortamı da geren o sıkıntılı bekleyiş bir açıdan buydu gerçekten.
Normalde böyle sıkıntılı havaların yağmuru arkasından çok berrak bir gökyüzü getirir. Henüz o günlere çok var sanırım ama yağmur hafif hafif çiselemeye başladı belki de...

Nedamet ve Kefaret

N. ayrıldığımızı öğrenince herkes gibi çok şaşırdı ve ilk tavsiyesi acele etmeyip, bu kararı olabildiğince uzun vakte yaymak oldu. Dedi ki, Kötü bir şey cereyan ettiyse zamanla etkisi azalır, olup biten yüzünden sorumluluk hisseder ve pişmanlık duyarsınız. Herhalde sonra da işler yoluna girer demek istemişti.
Daha önce bunu düşünüyordum ama o söyleyince daha net olarak anladım ki pişmanlık duymak ve karşındakine göstermek, her şeyi affetmek için değilse bile olanları unutmaya çalışmak için hayati. Aslında belki de samimi bir özrün anahtarı da insanın yaptıklarından içtenlikle pişman olması.
Daha önce peşinen affetmek ama asla yutkunamamaktan bahsetmişim. Galiba bu kabullenememenin ardında nedametsiz kefaretin imkânsızlığı yatıyor. Esas mesele yaptıklarımız ya da söylediklerimizle birbirimizi kırdığımızın farkında olmamıza rağmen gerçek bir pişmanlık duymayışımız ya da en azından dile getirmeyişimiz. Hatalar yaptığımızı kabul etsek bile kendimizi ya da karşımızdakini mazur görmeye meyilli bir beşer şaşar tutumu içindeyiz.
Eh, böylesi bir no regrets ruh halindeyken de pardon beklememek lazım.

Yalnızlık Senaryoları: Mutfak Mesaisi


Gerekli malzemeler el altındaysa, yani uzun uzun alışverişe gitmekle uğraşmaya gerek yoksa, yemek yapmayı oldum olası severim. Birilerinden tarifler almak, kocaman karman çorman malzemeli salatalar yapmak, güzel sofralar kurmak, arkadaşları eve davet etmek hep hoşuma gider. Hatta ziyarete gittiğim yerlerde de mutfağa girdiğim olur. E.'cim New York'ta pişirdiğim ıspanağı unutmamıştır herhalde :)
İki kişilik hayatımızda güzel yemekler yapar, şarap eşliğinde uzun uzun masada oturur, bol sohbetli geceler geçirirdik. Şimdi düşünüyorum gerçek anlamda bir yemek pişirmeden aylar geçirmişim. Abartmıyorum, gerçekten aylar. Daha önceki yalnız yaşama deneyimlerimde de böyleydi. Sadece kendim için yemek pişirmeye alışamadım. Salata, çorba, makarna gibi basit ve bir anda yenilip bitecek şeylerle geçiyor akşamlar.
Bunu söyleyince U. dedi ki anneannem yetmiş küsur yaşında ve kendisine paça yapmak için hususi Bakırköy'deki sakatatçısına gidiyor. Önce abartmış diye düşündüm ama U. çok doğru bir şey söyledi: N'apsın kadın, paça yemek için insan mı bekleyecek! Çok haklı, ben de hemen kendime, sadece kendime, güzel bir çilingir sofrası kurmalıyım :)

Salı, Nisan 21

Sevdim desem


[Duman yine bir ayrılık şarkısı yapmış. Öncekine nazaran daha "hafif" bir duygusu var ama yine de bu sayfada olmayı hak ediyor...]

sevdim desem/ derken delirsem/ sevgilimden ayrıldım/ ayrıldım/ aldırmasam

öldüm desem/ derken dirilsem/ sevgilimden ayrıldım/ ayrıldım/ aldırmasam

bekler benimle/ bir ömür geçer/ seni kandırdım/ kandırmasam

ellerinde/ ellerimde/ ayrılmak elinde

aşkım desem/ derken sıkılsam/ sevgilimden ayrıldım/ ayrıldım/ aldırmasam

soğudum desem/ derken ısınsam/ sevgilimden ayrıldım/ ayrıldım/ aldırmasam

bekler benimle/ bir ömür geçer/ seni kandırdım/ kandırmasam

ellerinde/ ellerimde/ ayrılmak elinde


Sessizlikle Soğuk Savaş

İki sevgilinin, daha doğrusu iki yeni sevgilinin önlerindeki büyük sınavlardan biri konuşacak bir şey olmadığında sessizce yanyana durup huzurlu hissedebilmektir. Bir şey söylememekten, anlatacak bir şeyi olmamaktan gocunmamak, bunu mesele etmemek epey büyük bir şeydir iki insanın uyumu açısından. Mesela, yanyana kitap okuyabilmek dünyanın en güzel şeylerinden değil midir?
Kendimden büyük ölçüde kaçtığım, kaçındığım bu günlerde yalnızlıkla ve sessizlikle baş edemiyorum. Kafamın içindeki sesleri bastırmak, tilkileri kovalamak, daralları görmezden gelmek için hep birileriyle takılıyorum ve sessizliğe yer vermeyen ortamlarda bulunuyorum. Sanki sesler kesildiğinde ve kendi yalnızlığımla başbaşa kaldığımda, tepemde beyaz floresan ışığı yanacak, sorgu başlayacak, hiç yüzleşmek istemediğim sorular başıma üşüşecek gibi.
Ama bir yandan da konuşmaktan, dinlemekten, kalabalıktan artık kafam şişti! Belki de sükûnun altın olduğunu teslim etmek için ilk adım budur, kimbilir?

Pheidippides'in Zaferi ve Trajedisi


Efsaneye göre meşhur Yunan-Pers savaşlarının ilki olan Marathon Muharebesi'nde, ordunun en hızlı ulağı olan Pheidippides önce yardım istemek için Sparta'ya sonra da zaferi bildirmek için Atina'ya gönderilir. Sparta'ya iki gün iki gecede koşar ama yardım talebi reddedilir; ardından geri dönüp Marathon ovasındaki savaşa katılır; en sonunda da zafer haberini Atina'ya bildirmekle görevlendirilir. Yaklaşık 40 kilometrelik yolu hiç durmaksızın koşar, meclise girer, "Kazandık!" diye bağırır ve dizlerinin üstüne yığılıp ölür.
Ayrılık sonrası süreç nedense insanda böyle bir ruh hali, ya da belki fobi yaratıyor: Hep koşmalıyım, durmadan koşmalıyım, bir an durursam yerimden kalkmamacasına yıkılabilirim! Bütün organizasyonlara evet demek, her gün dışarılarda olmak, bir an soluk almamak, dinlenmemek, düşünmemek, ertelemek... Sanki arabayı vurdurarak çalıştırmışsınız, o yüzden de kenara çekmeye korkuyormuşsunuz gibi. Ayakta oluşunuza, yıkılmayışınıza dair her şey pamuk ipliğine bağlı gibi.
Bu tempo saplantısı ne zaman son bulacak ve ne zaman hiçbir şey yapmadan da huzurlu hissedebilicem bilmiyorum ama benim cidden bir molaya ihtiyacım var (Tom Robbins'e selam!).

Pazartesi, Nisan 20

"Yeni bir..." sıkıntıları: Meyhane


Bunu baştan beri düşünüyordum. Eğer dışarı çıkmayı ve rakı içmeyi seven bir çiftseniz kısa zamanda şehrin bütün güzel lokantalarını elden geçirmiş oluyorsunuz. Hiç unutmam zamanında ikinci tura geçtiğimizde hafiften bozulmuş, yeni yerler bulamamaktan yakınmıştım.
Şimdi durum daha meşakkatli. Bir sürü mekânın küçük büyük hatırası var ve kendimi durup durup bazı yerlere gitmeyi ertelerken ya da yeni bir meyhane keşfetmek sevdasına düşmüşken buluyorum.
Hatırası özel olan, hep başbaşa olduğumuz yerlere gitmeyi gözüm yemiyor; grup halinde gidilen ya da çok matah olmayan yerleri kaldırabiliyorum ama o kadar keyif vermiyor; hiç birlikte gitmediğimiz (ama ayrı ayrı gittiğimiz) sadece tek bir yer geliyor aklıma oraya da başka sebeplerden uğramak istemiyorum. Ama böyle olunca da alternatif kalmıyor.
Ya meyhane sevdasından vazgeçmeli (lafı bile edilmez), ya muhit değiştirmeli (arkadaşların ısrarlı taleplerine bakar), ya da yepisyeni bir meyhane açmalı (nerede bende o girişimcilik)!