Cumartesi, Haziran 27

Sevgili arkadaşlar, arkadaş sevgililer

Arkadaşlar da ayrılıyor elbette. Birçok dostluk bütünüyle tamamına ermese de ışıltısı azalıyor, irtifa kaybediyor. Yine de istisnai durumlar hariç bunlar tedrici süreçler. Farkına varmaksızın, elimizden kayıp gidiyor işte. Bu açıdan mutlak bir yitim olmayabilir söz konusu olan, sanki arkadaş gözden yitse de hâlâ uzanabileceğimiz bir yerlerde durmayı sürdürüyor.
Bir ilişki bitince daha kökten çözümlere başvurmak zorunda kalıyor insan. Mesela, sinema üzerine konuşmayı en sevdiğiniz kişi o olsa bile, bundan böyle birlikte film izleme ihtimaliniz suya düşüyor. Sevgili olmaktan çıktığınız için dostane konularda dahi iletişimi koparmak icap ediyor. (K. gibi nezaketen doğumgününü kutlarsınız belki ama karşınızdakinin ince şeyleri anlamaya istidadı muamma...). Geçmişteki romantizmin gölgesini bertaraf edemedikçe arkadaşlık kurmak olanaksızlaşıyor. Giden gidiyor, biten bitiyor.
Bunun çok basit, genelgeçer, hatta ilkel bir tespit olduğu muhakkak ama yine de düşünmeden edemiyorum, iyi anlaştığımız bir sürü şey varken birbirimize yabancı olmamız şart mı? Halbuki gençliğimizin dizisi 90210'da her şey ne kolaydı, yıllarca bütün arkadaşlar sevgili, bütün sevgililer arkadaş olup duruyordu...

Yaz geçer

Geçen gün G. "bis" yazısına istinaden separationdesperation biticek mi, bitmesiiin diye serzenişte bulununca biraz böyle bir blog yazmanın ne anlama geldiğine dair konuştuk. Bilge arkadaşım, okurken aklına Murathan Mungan'ın "yaz geçer iyi gelir sözcükler" diye başlayan meşhur kitabı Yaz Geçer'in geldiğini, çünkü bir yandan yazmanın sıkıntıyı bir ölçüde sağalttığını bir yandan da mevsimlerin akıp gittiğini söyledi.
Gerçekten de şaka maka başlayalı üç buçuk ay olmuş, 130 küsur başlık atmışım, ortalamada her gün muhakkak bir yazı yazmışım. Elime kağıdı kalemi alsam epey bir defter doldururmuşum yani -- zaten dolmakta olan sayfalardan müstesna...
Zaman geçiyor orası kesin ama yazmak gerçek anlamda neyi geçiriyor çok emin değilim. Acıyı, sıkıntıyı, yalnızlığı? Z.K.'nin hatırlattığı gibi gerçekte hissetiklerimizi sözcüklere dökerken kaybolanları düşününce sormadan edemiyor insan: hayatı yazıya geçirmek mümkün mü ki?


Cuma, Haziran 26

That rug really tied the room together

Müthiş film The Big Lebowski'nin en tekrar eden repliklerinden biri buydu herhalde. Mafyozo adamlar Dude'un evine girip epey hasar yaratıyorlardı da o en çok halısına işemiş olmaları yüzünden çileden çıkıyordu. Herkes alt tarafı bi halı dedikçe, o bütün odayı toplayan oydu diye bozuk plak gibi tekrar edip duruyordu.
Fotoğraftan sevgiliyi çıkardıktan sonra yeni bir hayat yaratabilmek için neler yapmalı diye düşünürken aklıma bu halı metaforu geldi. Sanki bir şeylere başlamak için, gerçekten yeni bir şeyler kurabilmek için enikonu yeni bir odaya ihtiyacı var insanın. Çünkü şimdiki durumda içinden bir karakter eksilmiş olsa da sahne de plot da nihayetinde neredeyse aynı.
Çok sevsem de kült adam Dude'la çelişmek zorundayım: odadaki halıyı kaldırmak havayı pek dağıtmıyor...

Perşembe, Haziran 25

The Flatliners

90'ların meşhur filminde beş doktor arkadaş, gözlem altında kendilerini birkaç dakikalığına öldürüp sonra yeniden hayata döndürmeyi deniyordu. Maksat tabii ki herkesin merak ettiği ölümden sonrasına dair sırra vâkıf olabilmek. Çizgiyi geçenlerin ölüyken gördükleri özünde iyi şeyler olsa da hayata döndüklerinde yakalarını bırakmayan birer kâbusa dönüşüyordu. Sanki ölmemiş de bilinçaltlarında dolaşmaya çıkmışlar gibi herkesin karabasanı kendi benliğine ve geçmişine dairdi...
Ayrılıktan sonra hayat var mı diye soran ya da endişeye düşen bir sürü arkadaşımı düşünürken aklıma bu film geldi. Söz konusu olan büyük aydınlanmalar olmasa da (threshold of revelation filan değil tabii) insan bu süreçte kendine dair yeni şeyler keşfediyor. Bazı şeylerle yüzleşiyor. Dehlizleri deşiyor. Hele de her müsait zamanınızda kaleme, kağıda, klavyeye sarılırsanız epey derinlere inilebiliyor.
Hayır hayır, terapiyi bedavaya getirmek için ayrılmayın sevgilinizden, gidin paşa paşa koltuğa uzanın, daha kısa ve acısız...

Çarşamba, Haziran 24

Herkes ayrılıyor!

Hazırlık'tan arkadaşım H. durup durup heyecanlı ellerini sallayarak ve samimi bir telaş duygusuyla hepimiz ölüceeez diye bağırırdı. Bu sahneyle ilk karşılaştığımızda durumu anlayamayan biz, H.'nin mütebessim ifadesiyle mesajın muzipliğini birleştirince bu şakaya çok güler olmuştuk.
Dün öğrendiğim bir ayrılık haberi bana bu sahneyi hatırlattı. Kendimi bir sürü çiftin olduğu kocaman bir salonun ortasında hepiniz ayrılıcaksınıııız diye felâket tellâllığı yapar gibi düşündüm. Evet, benim ayrılık hikayem de bir sürü insanda çok ciddi şaşkınlık yarattı ama bu söz konusu çift ağzı açık kalma çıtasını epey yükseltmeye aday. Çok iyi hatırlıyorum, aylar önce onları düşünüp "hayat onlar için ne kadar doğal ve kolay akıyor, ne mutlu!" diye düşünmüştüm. Şimdi şu olana bakın?
Ortada bir salgın mı var? Söz konusu virüs nasıl ve kimlere bulaşıyor? Aşısı, tedavisi var mıdır? Yoksa bu bir çeşit kaçınılmaz son, ecel midir? Eğer öyleyse ömrü uzatmanın yolu var mıdır, nedir? Bilmiyorum.
Ama blogun adını değiştirmeliyim belki de: evet, biz ayrılabiliriz, siz ayrılabilirsiniz, onlar ayrılabilir!

Pazartesi, Haziran 22

Protège-Moi

Bir kış gecesi biri henüz, biri bir zaman önce sevgilisinden ayrılmış K. ve R.'yle yürürken, R. sanırım biraz da içkinin etkisiyle ilişkileri koruyacak üst mercilere ihtiyaç olduğunu savunmaya başladı. "Evlilik mecburi olmalı, işin içine aileler, devlet, kurumlar vs. girmeli, terk edip gitmek o kadar kolay olmamalı," dedi. Ben bunun çok komik bir fikir olduğunu düşündüğüm için kahkahalara boğuldum ama R. ısrarında devam etti: "herkes bi bahaneyle sevgilisinden ayrılıp duruyor, peki ayrılmak istemeyen tarafı kim koruyacak?"
N. de şimdiye kadar onlarca defa ayrılıp barışan arkadaşlarımız M. ve R. hakkında, aslında bunları evlendirmek lazım, o zaman zırt pırt ayrılamazlar, daha itidalli davranırlar demişti. Yani görünüşe göre bir sürü insan bana salt zırva görünen safety net'lerin işlevselliğine inanıyor.
Peki ama ilişkinin selameti için dışsal faktörlere güvenmek, bel bağlamak ve üstüne üstlük bunun böyle olduğunun bal gibi farkında olmak her şeyin zaten çoktan bittiğini itiraf etmek değil mi?

Pazar, Haziran 21

Teneffüs?

Biz dahil herkes sonsuza dek birlikte olacağımızı düşünürken, münasebetsiz bir arkadaş, birkaç görüşmemizde üstüste, muhakkak şaka olsun diye, bana dönüp "kapattın gül gibi Ş.'yi" demişti. Gülüp geçmiştik elbette ama trajikomik bir şekilde ayrılık aramızda ete kemiğe bürünmüş bir mevzuya dönüştüğünde, içimiz parçalanarak bu kafes metaforuna başvurmamız gerekti.
Ayrılık sonrası dönemi tarif etmek için pek de sevimli olmayan çeşitli benzetmelere başvurdum şimdiye kadar, ama bu hikâyeyi hatırlayınca belki iyimser bir yakıştırma da yapılabilir diye düşünüyorum. Belki de bu bi teneffüs.
Küçükken tembel çalışkan, okulu seven sevmeyen hemen herkesin zil sesini duyar duymaz derhal bahçeye doğru koştuğunu hatırlasanıza! Neticede derin bir nefes alıp ciğerleri temiz havayla doldurmaya hepimizin ihtiyacı var...