Cumartesi, Haziran 13

İradeyi askıya almak?

Bir zamandır dilime dolanan bir edilgenlik lafıdır gidiyor. Hayat karmaşıklaştığı için mi bilmiyorum sanki kriz anlarında bir şekilde fail olmayı reddetmek, akışına bırakmak, olan bitene eyvallah demek daha kolay geliyor. Kontrolü kaybetmenin hafifliği belki...
Akıllı uslu, işinde gücünde, uçlarda pek dolaşmamış, hatta bazen düz biri olduğumu düşündüğüm için irade kaybı anlamına gelen böyle bir durum insanı afallatıyor. İronik ama acaba bu da bir çeşit özgürlük olabilir mi? Ooof sen geç direksiyona demenin özgürlüğü, karar merci olmamanın kolaylığı.
Acayip, zamanında N. hiçbir karar almam gerekmeseydi çok daha mutlu olurdum demişti de saatlerce onunla tartışmıştım sen diktatörlük peşinde misin diye. Şimdi birden hem her şey olur gibi geliyor hem de hiçbir şey olmaz gibi. Garip bir vazgeçiş sarkacı.
E, o zaman beraber dinleyelim: "Confusion in her eyes that says it all..."

La Notte

Birkaç zaman önce sevgiliye vaktiyle yazılanların unutulmasından ve bunca zaman sonra okunduğunda yarattığı şaşkınlıktan bahsettiğimde K. hararetle La Notte'yi izlemelisin demişti, inanılmaz bir final sahnesi var. O söylerse izlememek mümkün mü?
Film "aşkları bitmiş" bir çiftin ayrılma noktasına geldikleri son gün ve geceyi anlatıyor. Bütün o gerginliği, buhranı, ipleri geren sessizliği, her an birinin ağzından tatsız bir şey çıkacağı beklentisini anlatışı muhteşem.
Upuzun ve çeşitli yolculukları içeren yirmi dört saatten sonra kadın adama, artık onu sevemediğini ve bunun içini parçaladığını, adeta ölmek istediğini itiraf ediyor. Adam kabullenmek istemiyor, eğer bu seni bu kadar üzüyorsa beni hâlâ seviyorsundur inancıyla. Kadın söz konusu olanın tamamen acıma duygusundan kaynaklandığını ve aslında adamın da onu artık sevmediğini söylüyor. Adam itiraz edeken, kadın kendine hitaben yazılmış aşk dolu bir mektubu okuyor. Adam bir parça kıskançlıkla dinleyip bitince kim yazmış bunu diye soruyor. 'Sen' diyor kadın, yazdıklarına ve hissettiklerine yabancılaştığın kadar sevmiyorsun beni...
Olağanüstü! Bir dünya şeyin yanısıra nokta atışı tavsiyeden dolayı da K.'ye minnet...

Cuma, Haziran 12

Zayıflığın Tahakkümü

Bu tabii ki en sevdiğim yazardan alınma bir fikir ama tekrarlamakta beis görmüyorum, gereken referans gereken yerde verildi zaten. Her ne kadar kırılgan ve hassas görünseler de bazen zayıf dediğimiz insanların da anlaşılmaz, garip bir iktidarı oluyor -- hem de tam da güçlü denilenlerin karşısında. Bir açıdan zaafiyet ölçüsünde tedbirli, ölçülü, endşeli oluyoruz. Neticede aslında zayıfın karşısında eziliyoruz.
Ayrılıktan beri bir sürü insana aman ya benim derdim bana yeter, bana dokunma zaten mızmızımlığım üzerimde, ya da pansuman kapasitem ancak kendime yetiyor derken birden kendimi bu söylemin içinde buldum galiba. Üzülmüş, ezilmiş, düşmüş hissederken garip de bir nobranlık geliyor belki de insanın üzerine. Zaten sıfırın altındayım kimseleri alttan alamam gibi. Ne olacaksa olsun demek gibi. Ööööfff' diye kesip atmak gibi. Kötü bi şey gibi?...

Çarşamba, Haziran 10

Masumiyet Kaybı

Ortaokul lise zamanlarında meşhur klasikleri okurken hep o neredeyse uhrevi aşklara şaşardım. Zaten herkes de böylesi ancak romanlarda olur der dururdu. Zamanın ruhu belli ki aşkın anlamını, algısını, duygusunu değiştiriyor. Ama dönüşüm sadece yüzyıllarla, çağlarla, dünyalarla ilgili değil. Kendi kişisel tarihimizde de böyle kırılmalar var belki de.
Bir zamandır Avrupa'da yaşayan T.N. insanların sevme biçimlerinden yakınmış ve kendi gerçekliğine yabancılığı oranında mutsuz olduğunu anlatmıştı. Yine de kaçınılmaz olarak kendi de değişmiş, zamanında E.'yi sevdiği gibi kimseleri sevemez olmuştu. R. de yıllar önce lisede yaşadığı aşkın ve aşk acısının yegâneliğinden söz etmişti. Tüm hikaye canını hâlâ biraz acıtsa da en azından ben bunu bir kez de olsa yaşadım iyimserliğiyle.
Acaba her ayrılıktan, her yıldan, her yaştan sonra kaybettiğimiz biraz da aşka dair masumiyetimiz mi? Çocuk yaşta birbirini sevmiş ve sevmeye devam edenlere kıyasla tahammülümüz çok daha az, derimiz çok daha kalın olabilir mi? Yoksa hâlâ birileri aşk mektubu yazıyor mu?...

Salı, Haziran 9

Rules of Attraction

N.R.'nin eski sevgililere dair çok matrak ve akıl çelici bir teorisi var: Eski sevgilinle yıllar sonra bile bir araya gelirsen merhaba demek için resmice elini sıkamazsın. Hatırı sayılır bir süre sarıldığın, öpüştüğün kişiye böyle bir mesafeden bakmak, yaklaşmak mümkün değildir. Dolayısıyla eski sevgiliyle öpüşmek mübahtır ! (Yoksa gerekir mi demeli :)
Elbette akla yatkın bir tarafı var bu fikrin. Gerçekten de ortada nefretler, krizler yoksa tabii ki yaredir sinede eski sevgili ! Ama yıllar geçtikçe, gerimizde bıraktığımız hayat dilimi göz önünde tutulunca teklifin absürdlüğü daha belirgin oluyor. Nitekim geçen gece söz konusu tezi kamusallaştırdığımızda, peki tüm bu eski sevgilileri düğününe davet edersen ne olacak gibi hin bir soru geldi. :)
Düğün sezonunun açıldığı bugünlerde evlenmeyi düşünenlere duyurulur: eski sevgililerinizi davetli listesinden derhal çıkarın ! (Dört Nikah Bir Cenaze'yi de mi izlemediniz? :)

Pazartesi, Haziran 8

Gitme hissi

Cumartesi'den beri müteaddid kereler kardeşin şahane filmini izledim. İnsanın içine bir kere düştü mü hiç çıkmayan bir şehri terk etme kıpırtısıyla ilgili film. Kendini yollara vurmayı enikonu seven ama bir müddet sonra da muhakkak eve, şehre, hayatlarına geri dönen gezginlere dair.
Bu açıdan bakınca gitmek ve avdet hep yanyana. Zira, hep yolda olmak, yolu hayat saymak herkesin harcı değil. Sabina gibi hayatını tüm fikirlere, insanlara, şehirlere, aşklara ihanet etmek, yani bunların tümünü terk etmek üzerine kuran olmak zor...
Hem ayrılmayı zorlaştıran hem de hasarın boyutunu anlamayı engelleyen de biraz bu döngü galiba. Ayrılık zor çünkü kimse dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmayı kolay kolay göze alamıyor; ayrılanlar da birini ötekinden namütenahi uzaklaştıran yolun bitmeyeceğini kabul edemiyorlar. Ama filmde N.K.'nin dediği gibi hiçbir yere dönmeksizin yolda olmanın kendisi de bir hayat sonuçta!