Cuma, Mayıs 8

Ergen ben-merkezciliğine dönüş mü?

Ergenlerin, bedensel ve cinsel değişimler sonucu benlik bilinçlerinin bir anda şekillendiği ve dolayısıyla kendilerini her şeyin merkezine koyup, sadece kendi varoluşları (maddi ve manevi) üzerine kafa yordukları söyleniyor. Yani, avam tabirle dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanıyorlar.
Yetişkin olduk olalı hafife alsak da ergen dönemlerimizde ciddi varoluş krizlerinin ne kadar yaygın olduğunu hatırlayınca şu an içinde bulunduğum durum birden endişe uyandırır oldu.
Görünen o ki son birkaç aydır derdim zorum kendimle. Sanki dört bir yanı aynalarla kaplı bir odadayım ve kendimden başka bir şey göremiyorum. Yaptıklarıma, yaşadıklarıma, düşündüklerime bakınca içime fenalık geliyor; artık gerçekten kendim hakkında düşünmek istemiyorum. Başka bir şey yapmak, işe yarar bir şey yapmak, anlamlı bir şey yapmak istiyorum...
Ergenlerin annebabalarından kopmaya meyyal birer müstakbel birey olduklarını fark ettiklerinde kapıldıkları buhranı, çok uzun bir aradan sonra biz duygusunu yitirip koskoca dünyada ben olmaya çalışırken yeniden mi yaşıyorum yoksa? Ya şimdi sivilcelerim de çıkarsa? İmdaaat!

Perşembe, Mayıs 7

Uzlaşma ve Dostluk


Bu sene şehre kendi çapında ünlü, edebiyat uzmanı bir filozof geldi. Hem de Paris'ten. Üniversitede ders veriyor, bir yandan da "halka" açık toplantılarda konuşuyor. Adamın ilgi alanları, seminerlerinin konusu bambaşka şeyler aslında ama bu konferans serisi hem zamanlama hem de sürpriz şekilde içerik olarak ayrılık hikâyeme koşut gitti.
C. diyor ki iki taraf arasında travmatik bir şey cereyan ettiyse ve bir aşamada bu sorunlu ilişki normalleştirilmek isteniyorsa nedense bütün conflict resolution camiası uzlaşmadan (reconciliation) söz eder. Halbuki, ortada bir suç ya da suçlar varsa, yani failler ve kurbanlardan söz ediliyorsa, her şey olup bitmişse de bu tarafların uzlaşması düşünülemez. Zira uzlaşma, travma öncesi koşullara dönebilmeyi vaat eder ve gaddarla mağdurun hiçbir şey olmamış gibi davranmasını beklemek ikincilere haksızlıktır. Burada bir ihtimal olarak ancak ve ancak dostluk siyasetinden (politics of friendship) söz edilebilir (Evet, kendisi merhum hayattayken Derrida'nın kankalarındanmış).
Ayrılık sonrasında da böyle bir dinamik var. Medeni iki insan gibi, dostça ilişki kurmak belki olası ama aylar yıllarca sevgili olmamışız ve neticede ayrılmamışız gibi davranamayız ki. Bunca yaşanmışlıktan sonra neo-flört çağına bel bağlamak safdillik olmaz mı?

Çarşamba, Mayıs 6

Finish çizgisi

Bazı şeyler yaşandığı sırada insanı etkiliyor muhakkak ama hemen bir anlam vermek mümkün olmuyor. Özellikle ayrılıklardan sonra "nerede koptu" sorusuna cevap ararken ilk anda garip görünen noktalara takıldığım olmuştur.
Mesela ayrıldıktan sonra R.'den söylediği saçma bir yalan yüzünden soğuduğumu düşümüştüm. Konu dünyanın en can alıcı meselesi değildi ama bir sürü şey de onun üstüne kuruluydu bir yerde... N.'yle ayrılınca da aklıma Being John Malkovich'i sevmeyişi takılmıştı. Ben filme bayılmıştım ve çıkışta saçma sapan tartışmıştık. Tartışmak her zaman yaptığımız ve çok sevdiğimiz bir şeydi ama her şey bittikten sonra o fikir ayrılığı bana birden çok büyük görünmüştü.
Bu son ayrılıktan sonra da bitiş anını ararken durup durup o yazdığım yazıyı beğenmeyişini düşünüyorum. Her şeyimi sevecek diye bir şey yok ama onu niye sevemedi bir türlü bulamıyorum, anlayamıyorum. Sanki ayrılığımız orada bir yerlerde gizli gibi geliyor.
Kabul etmek gerekir, aslında hepsi basit şeyler bunların. Ancak başka bir zamandan, uzak bir mesafeden bakınca bir anlam veriyor insan. Belki de sadece anlam uyduruyor! Hayatımızda bir foto-finish kamerası yok ki ipi kimin ne zaman göğüslediğini net olarak görebilelim...

Müdavimlik


Bu hep sevdiğim bir hissiyattır. Bir yerlerin müdavimi olayım, oralarda beni tanısınlar, ne iyi ne kötüdür bir aşinalık olsun. Bir süredir kendimde fark ettiğim bu ihtiyacı muhafazakârlık mı acaba diye endişeyle gözlemliyordum. Müdavim lafını bulunca birden rahatladım, hem kesinlikle daha şiirsel hem daha mülayim...
Yalnız ben böyleyken, böyle biriyken yeni mekânlar, insanlar, hayatlar aramayı, geçmişten gelen bir sürü birikim varken yeni alışkanlıklar edinmeyi nereye oturtmalı? Çünkü bakıyorum artık bazı şeylerin, yerlerin, insanların müdavimi değilim. Hepsi eski tatlı birer hatıraya, güzel fotoğrafa dönüşmüş.
Acaba yıllarca çok severek giyilen ama modası zaman içinde geçen bir ceketi artık dolapta bekletmek gibi mi? İlişkiler de böyle olabilir mi? Bir süre vazgeçilmez olarak hayatımızda, bir de bakmışız mazide kalmış...

Salı, Mayıs 5

Tell me why I don't like Mondays!


Şarkı Pazartesilerle ilgili ama nedense benim sorunum daha çok Pazar günüyle. Çocukluktan, okul günlerinden kalma bir şey midir bilmem Pazar günleri hep bir sıkıntı çöker.
Cuma süperdir, insan aşık olur. Cumartesi bütünüyle özgürlüktür, her şey olunur. Ama Pazar, tam bir son. Uçağa binmeden önceki son anlar gibi, tatilin son günü denizle bir sonraki yaza kadar vedalaşmak gibi, bütün bir sene açılmayı beceremediğin platonik aşkına okulun son günü seneye görüşürüz demenin iç sıkıntısı gibi...
Post-separation da bazen uzun bir Pazar gibi geliyor. Ne kadar gazete okusan, ne kadar çay demlesen bitmiyor. İnsan neredeyse hadi yatsam kalksam, Pazartesi olsa, ve hatta işe gitsem ve ataletten kurtulsam diyor.

Yalnızlık Senaryoları: Tatile çıkmak


Dün K.Ş. hüzünle karışık itiraf etti, son üç yıldır tatile çıkmamış. Bunun bir sevgilisi olmamasıdan çok çalıştığı işyerinin sömürü potansiyeliyle ilgisi var ama yine de trajik bir hikâye. Dedi ki geçen sene Eylül gibi izin almayı başarmış ama o zamana kadar bütün arkadaşları izinlerini kullanmış olmuş ve o da yalnız tatile çıkmakta tereddüt etmiş.
İlk başta gitmeyi sevdiğim(iz) yerlere nasıl yalnız gidebilirim diye hayıflanıyordum. Mekân tanıdık, deniz tanıdık, şezlong aynı yerde, ben yalnız. Olmuyordu. Biraz daha kafa patlatınca yalnız gitmek nereye gidersem gideyim başlı başına bir mesele gibi görünmeye başladı...
Ama U. haklı. Yalnız hayatın da bir ihtimal olduğunu, hayatlardan bir hayat olduğunu kabullenmek gerekiyor. Herkes ikikişi yaşamak zorunda değil!

Başlangıçlar - Bitişler


Bu sadece benimle ilgili bir şey midir çok emin değilim ama başlangıçları hatırlamak ya da birtakım ilk'leri tarihlemek konusunda hafızam iyi çalışır. Ne zaman çıkmaya başladık, ilk ne zaman öpüştük, izlediğimiz ilk film neydi, onu sevdiğimi ilk ne zaman hissettim, bunları bilirim. Bunların zamanı kafamda bellidir.
Ama ayrılık genellikle bir sürpriz ya da belki uzun bir süreç olduğu için son'lar karışıyor. En son ne zaman sarıldık, son mutlu anımız hangisiydi, son sevişmemiz nasıldı, bunları hiç hatırlamam.
Tarih hep böyle mi yazılıyor acaba? Parlak kıvılcımlar, yükselişler, patlamalar; ardından gelen uzun, bayındır gelişme dönemleri (paragrafları); sonra da pek analizi yapılamayan, ele avuca sığmayan, hep muğlak kalan çöküşler. İlişkilerimizin Lise Osmanlı Tarihi'nden hiç mi farkı yok?