Perşembe, Mart 19

Hatalar Cezalar


Bazen kafamda bazı hayali tartışmalar yapıyorum, diyaloglar uzuyor da uzuyor. Tek başına satranç oynamak gibi biraz çıkmaz bir sokak ama yine de kendimi o garip kavgaları etmekten alamıyorum.
Karşılıklı birtakım acılardan, hatalardan bahsediyoruz. O kırıcı bir şey yapıyor, ben isyan ediyorum. Karşımda neredeyse müstehzi bir ifadeyle hep bana diyor ki ama sen de bunun gibi üzücü şeyler yapmıştın; sen böyle yaptığında ben de böyle hissetmiştim; şimdi daha iyi anlayabilirsin...
Ben onu kırmış olabileceğimi kabul ediyorum, bunun bir hata olduğunu da. Dolayısıyla kırıcı olduğunu bile bile böyle davranmaması gerektiğini söylüyorum. Çünkü bu misilleme demek oluyor, göze göz dişe diş demek oluyor.
(Düşünüyorum da buna çok benzer konuşmalar yaptık. Ben sadece birazdan söyleyeceklerimi söylemeyi başaramadım.)
Bu noktada nedense birden birbirine kısas usulü ceza verme fikrinin rahatsız ediciliğine tosluyorum. Belki birden bire affetmekten söz etmek saçma ama yine de üzerinde düşünmek gerek: mesela, cinayetle idam cezası aynı kefeye konulabilir mi? Böylesi bir ceza, işlenen suçtan bin kat daha az etik değil midir?

Seviyorum Sevmiyorum


[nil karaibrahimgil, seviyorum sevmiyorum. www.nilkaraibrahimgil.com
U'dan bana geldi bu şarkı. Kendisinden alıntılıyorum: "Evet, bu sefer olmuş Nil!!! İlk defa olmuş, alkış!!! Bi de rakı içtik mi bunun üstüne şık bi kapanış olur."]

Seviyorum sevmiyorum /Kaç yaprak var bilmiyorum /Ben seni kopardım attım /Kendimi toparlıyorum

Var mı şimdi başka biri? /Onu bana benzettin mi?/Ne yaparsan o ben olmaz /Parçaları sana uymaz

Kendimi bunun için mi yorucam ben /Kalbimi bunun için mi kırıcam ben

Yok ki senin bir yedeğin/Kötü kedi Şerafettin! /Söyle nasıl kıydın bana? /Hem canındım, hem ciğerin

Kendimi bulamıyorum /Geri alamıyorum /Ben her gece rüyalarda /Hep sana hak veriyorum

Kendimi bunun için mi yorucam ben /Kalbimi bunun için mi kırıcam ben

Yok ki senin bir yedeğin…

Bu sen misin?


İnsanı ayrılık sürecinde en çok inciten herhalde bildiği tüm doğruların sarsılmışlığı şeklini alan bir inanamama hissi. Ayrılalım demek o kadar insanın kafasına vurmuyor aslında. Azıcık düşünüyorsun, evet mantıklı geliyor.
Esas şok edici ve kırıcı olan bunca zamandır seni sevdiğini düşündüğün insanın artık sevmediği fikrine alışabilmek; sevgisiz hatta hissiz davranmasına katlanabilmek; anlayışsız, öfkeli, fevri, umursamaz olmasını kabullenebilmek.
Tüm bunlar insanın gerçeklik duygusunu o kadar zedeliyor ki bir kaybolmuşluk hissi gelip yerleşiyor hayatın ortasına. Daha şunca zaman önce biz son derece mutlu değil miydik? Sevmiyor muyduk? Her şeyi beraber planlayıp gelecek hayalleri kurmuyor muyduk? Ne zaman birbirimize yabancı olduk? Aramızdaki o güçlü bağ ne zaman koptu? Ve başkalarına karşı güçlü hisler ne zaman uç verdi?
Evet, en acı gelen karşındaki insanın artık tanıdığın, bildiğin, tepkilerini kestirebildiğin kişi olmaması. Çok, çook değişmiş ve sen tanınmaz hale gelmiş olmasını kendine yediremiyorsun; için cız ediyor...

Çarşamba, Mart 18

The Curious Case of Benjamin Button


Türkiye'de daha yeni gösterilen ve etrafımdaki neredeyse herkesin izlediği Benjamin Button'un tuhaf hikayesi, meselenin özündeki orijiniliteyi yaratan tuhaflık bir yana bence bütünüyle aşkın ölümsüzlüğü hakkında.
Hayatlarını, biri baştan biri sondan yaşamaya başlayan bir kadın ve bir erkek yaşamları boyunca çoğunlukla bambaşka ruh halleri içinde olsalar da birbirlerini sevmeye devam ederler.
Zaman, mekan, yaş, algı, görgü, bunlardan hiçbiri birbirlerine olan aşklarını eksiltmez, aksine her durumda farklı bir yerden tazelerler aşklarını.
Ayrılmakta olan bir çift için ne kadar iyi bir seçimdi emin değilim, insan izlerken, hem hadi canım tadında bir siniklik duygusuna kapılıyor hem de hüzünleniyor...

Geçer...

A. hiç sevmez ama, birisi ayrılık acısı çekerken benim aklıma çoğunlukla Sezen'in şarkısı Geçer gelir. Belki biraz arabesk ama işte bu şarkı (ki bu sayfada her an yer alabilir:) zamanla acının azalacağını, unutulacağını, insanın ilerleyeceğini anlatır.
Zaten ben de herkese olur olmaz yerde her şey biter derim. Aşk da biter öfke de, heyecan da biter sıkkınlık da. Zaten bütün varoluşumuz tükenmek üzerine kurulu, başlangıçların hemen yanında bitişleri görürüz, biri doğarken biri ölür. Eh, bedenimiz gibi hislerimiz de fani.
Yaşananları öğrenince Z. çok güzel bir şey söyledi, tam da hislerime tercüman olacak minvalde: "zaman içinde üstesinden gelinemeyecek duygu yoktur". Aynı anda umut ve umutsuzluk vaat ediyor bu laf insana. Evet atlatmayı becericez ve bir gün bir başkasıyla da mutlu olucaz, ama kabul edelim, o da bitecek...


You oughta know


[Alanis kadar dellenmek ve böyle bangır bangır bir şey söylemek ben dahil bir sürü kişinin harcı olmayabilir ama şarkı insana iyi geliyor...]

I want you to know / That I'm happy for you / I wish nothing but / The best for you both

An older version of me / Is she perverted like me? / Would she go down on you in a theatre? /Does she speak eloquently? /And would she have your baby?/ I'm sure she'd make a really excellent mother

'Cause the love that you gave that we made / Wasn't able to make it enough for you /To be open wide / No /And every time you speak her name /Does she know how you told me you'd hold me
Until you died?

And I'm here to remind you / Of the mess you left when you went away / It's not fair to deny me /Of the cross I bare that you gave to me /You, you, you oughta know

You seem very well /Things look peaceful /I'm not quite as well /I thought you should know

Did you forget about me /Mister Duplicity /I hate to bug you in the middle of dinner /It was a slap in the face /How quickly I was replaced /And are you thinking of me when you fuck her?

Cause the joke that you laid in the bed that was me /And I'm not gonna fade /As soon as you close your eyes /No

And every time I scratch my nails /Down someone else's back /I hope you feel it /And can you feel it?

Salı, Mart 17

Ayrılık ne kadar sürer?


Daha çok yeni açtığım bu blogu ilk birkaç gün kimselerle paylaşmak istemedim. Biraz gidişata bakayım dedim. Sonra dün L.'ye gönderdiğimde, ilk tepkisi olumlu oldu, a süper iyi yapmışsın, dök içini filan dedi. Sonra da umarım çok uzun soluklu bir şey olmaz bu diye ekledi. Bu herhalde bir an önce, bitirmeye, atlatmaya, ayrılmaya bak demekti.
Aslında çok haklı, işin en başına gidersek biz bu ilişkiyi aylardır bitirmeye çalışıyoruz. İleri geri gittik, deneyelim, dağılalım, başa saralım derken sonunda bitirdik. Ama bittikten sonra da bitmiyor işte. Bir sürü hesaplaşma, değiş tokuş, ıvır zıvır gerekiyor. Ondan da öte ne olmuş olursa olsun bir yas süresi gerekiyor. Kaybettiğin şeyi düşünmek, biraz uzaktan bakmak ve nihayetinde vedalaşabilmek için (işte yine elveda meselesi).
Yani ayrıldım dediğin gün ayrılmış olmuyorsun aslında, çok çoook daha uzun sürüyor. Ama fazla da abartmamak en iyisi galiba, uzatmalı sevgili gibi uzatmalı ayrılık da çok tatsız bir şey...

Kimse hatalarını telafi edemez, ancak tüm hatalar unutulur...


"...Oui, j'y voyais clair soudain : la plupart des gens s'adonnent au mirage d'une double croyance : ils croient à la pérennité de la mémoire (des hommes, des choses, des actes, des nations) et à la possibilité de réparer (des actes, des erreurs, des péchés, des torts). L'une est aussi fausse que l'autre. La vérité se situe juste à l'opposé : tout sera oublié et rien ne sera réparé. Le rôle de la réparation (et par la vengeance et par le pardon) sera tenu par l'oubli. Personne ne réparera les torts commis, mais tous les torts seront oubliés..."

Sevgilisi olmanın cazibesi, ya da yalnızken birini beğenememek


Ayrılık süreci biraz uzun olunca, bir sürü insanla konuşmak dertleşmek vesilesi doğuyor. Herkesin altını çizdiği şöyle ilginç bir durum var: Eğer sevgilin varsa dışarıya bakarken daha az seçici oluyorsun. İlişki gibi ciddi bir perspektiften düşünmediğin için bir sürü insan hoş, takılınası, flörtleşilesi görünüyor. Üstelik zaten bir sevgilisi olmanın rahatlığıyla (yani kendini pazarda hissetmediğin için) çok daha doğal ve kolay davranabiliyor insan.
Ama yalnızsan ve gerçekten bir ilişkin olsun istiyorsan, bu sefer öncelikle birini beğenmek zorlaşıyor. İş ciddiye bindiği için bir sürü kulp takıyorsun, beğenmiyorsun, değmez diyorsun. Birini harbiden beğendiğin zaman da bu durumu fazla ciddiye aldığın için kendin gibi davranamıyorsun, iki lafı bir araya getiremiyorsun, komik olmaya çalışırken çuvallıyorsun.
Paradoksal ama insanın sevgilisi varken yeni birinden hoşlanabilmesi, hatta yeni bir sevgili bulması galiba daha kolay...

Pazartesi, Mart 16

Really bruised inside?


Prior: Don't see any bruises.
Louis: Inside.
Prior: You're one noble guy, 'inside'. Don't flatter yourself. So it's your tea party, talk.
Louis: You don't have to be so hostile. Don't I get any points for trying to arrive at a resolution. Maybe what I did wasn't forgivable but..."
Prior: It isn't.

Louis: But...........................

Prior: FUCK you I'm a prophet. Reasonable!! limits?!?! Tell it to my lungs, stupid. Tell it to my lesions. Tell it to the cotton woolly patches in my eyes. I'm going, I have limits too.

Prior: I got you. Why? What's wrong with me? Are you really bruised inside?

Louis: I can't have this talk anymore.
Prior: Oh the list of things you can't do. So fragile! Answer me: Inside: Bruises?
Louis: Yes.
Prior: Come back to me when they're visible. I want to see black and blue, Louis, I want to see blood. Because I can't believe you even have blood in your veins till you show it to me. So don't come near me again, unless you've got something to show.

Maskeli Balo


Yaredir sinede eski sevgili
Eski sevgili eski günler
Hayata baksana takmıyor kimseyi
Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi
Yaredir yine de

Yaktım gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri

Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
Yalnızız yine de

Murathan Mungan

Kramer Kramer'e Karşı


Küçükken bu filmi sinemada izlediğime eminim. Pek öyle çocuk yaştayken kavranabilecek bir konusu yok aslında. Ama sanırım canım dedem pek kestirememişti benim neyi anlayıp neyi anlayamayacağımı - zaten hep böyle komik, vurdulu kırdılı ya da arabesk türk filmlerine de götürürdü beni :)
Yetişkin yaşımda tekrar izlediğim Kramer Kramer'e Karşı ayrılığa dair en iyi filmlerden biri belki de. Hayatının çoğu işi olan hırslı bir reklamcı ve tüm zamanını evde çocuğuna bakmakla geçiren karısının çıkmaza giren ilişkileri, iletişimsizlik ve tükenmek üzerine çok anlamlı şeyler söylüyor. İşin velayet ve hukukla ilgili kısımlarını bir kenara bırakıyorum ama bütün o gitmek, kalmak, yalnızlık, yeni bir duruş edinmek zorunluluklarını süper süper süper anlatır bu film! Aşkın yitirilişi nasıl bir şeydir merak edenler için...

Pazar, Mart 15

Suçluyu bulmak, hükmü vermek

Birileri için biten bir ilişki, muhakkak bir yerlerde bir aksaklık, tökezleme, hata oldu anlamına geliyor. İki kişiden birisi, nadir de olsa belki ikisi birden bir çuval inciri mahvetmiş olmalı. Yani illa ki bir sorumlu olmalı, bi suçlu olmalı! Sanki tüm bedenler belli bir işlevsizlikten ölür, yaşlılık neticesinde kaçınılmazlaşan doğal ölüm diye bir şey yoktur gibi.
Böyle düşünen insanlar için yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini belli dolaplara, çekmecelere yerleştirmek kolay olsa gerek. Dava görüldü, tanıklar dinlendi, hüküm verildi. Suçlu da belli masum da.
Halbuki nasıl yaşadığımız hayatın hiçbir kesiti siyah beyazla kavranamıyorsa, bir ilişkinin sonu (kezâ başı) da soğukkanlı analizlerle, sebep-sonuç çizgileriyle, bağımlı değişkenlerle açıklanmıyor.
Üzgünüm sayın hâkim, işler düşündüğünüzden daha karışık!

Umutlular, umutsuzlar


Ayrılma lafını edince genellikle gelen tepkiler iki ayrı uçta oluyor. Mesela D. öğrendiğinde hiç mesele etmedi. Doğrudan, iyi abi ya, yalnızlık da iyi, flört camiasına geri dönmek de iyi, keyfine bak modunda laflar sarf etti. Ben de bir sürü uzun ilişkisini bitiren arkadaşa evet ya zaten 21 (ya da 18, ya da 23) yaşındayken birlikte olduğun insanla ömür boyu bir arada kalmayı düşünmen saçma demişimdir.
Bunun tam zıttı olarak çok çok üzülenler oluyor. Önceki gün M. öğrendiğinde içtenlikle üzüldü, gerçekten içi parçalandı. Kaybedilen şeyin güzelliği belli ki onu da yaralıyordu. Haklıydı da elbette.
Belki bu iki insan arasındaki fark, birinin hayata (ya da aşka) dair daha umutlu diğerinin daha umutsuz hissetmesidir. Ya da birinin aklı geçmişte kalmışken diğeri gelecek vaatlerine daha fazla inanıyordur. Zaten umut bu demek sanırım, önüne bakabilmek, ilerleyebilmek...