Cumartesi, Temmuz 11

Karma?

Geçen gün İ. televizyon izlerken bir çift görmüş, kahve içtikleri kafenin önünde sarılıp ayrı yönlere gitmişler. Dedi ki "ne zaman ayrılan birilerini görsem aklıma geliyorsun, kötü bir eşleşme, projeyi [blogu] sonlandır sen, evrendeki ayrılık enerjisini üstüne çekiyor olabilirsin...".
Gerçi ben bu haftasonu bi çifte ev bularak, bi diğer çiftin de mutlu mesut nişan töreninde tercümanlık yaparak daha çok birleşme enerjisi yarattığımı ve azıcık da olsa parçası olduğum o öfori bulutundan nemalandığımı düşünüyordum ama özünde geminin kıyıya yanaştığı da aşikâr.
Ayrılıktan bahsetmek ya da karşıma çıkan ıvır zıvırları birer ayrılık/ilişki metaforuna dönüştürmek ne kadar negatif bi şey çok emin değilim. Yine de çalacak çok parçam da kalmadı galiba, tataam konser bitmek üzere...

Cuma, Temmuz 10

Nalburdayım, gelicem...

Geçen ziyaretine gittiğim N. evindeki aksaklıklardan, durmadan işi düştüğü ama herkes gibi onu da muhakkak sallayan, bekleten, istediği gibi iş görmeyen ustalardan söz etti. On küsür yıldır adam çağırırım şu evin derdi bi türlü bitmedi diye yakındı.
Uzun zamandır görüşmediğimiz için laf döndü dolaştı ayrılık mevzuuna geldi. Herkes gibi ona da kısa bi özet geçtim, niçin sorusuna pozitivist, net bi cevabım olmadığını ama işte bi sorunlar bulutundan söz edilebileceğini anlattım. Çok tepki vermeden dinledi, dinledi, en sonunda "işte ilişkiler de biraz evler gibidir, bi noktadan sonra durmadan tekleyen tarafları olur, hangisine yetişeceğini bilemezsin" dedi.
Gerçekten de rezervuarı yaptırsam duşakabin akıtıyo, tam onu hallediyorum televizyon bozuluyo. Bu gidişle ya şahsi bi nalbur istihdam edicem ya da otele taşınıcam galiba...

Perşembe, Temmuz 9

"Ayrılanlara birebir!" 2: En sevdiğim tek kardeşim

Küçükken insanları afallatmak için yaptığımız birkaç numara vardı. Bir tanesi başkalarına birbirimizden söz ederken "en sevdiğim kardeşim" demekti. Duyanlar önce bi durup sindirmeye çalışır, sonra da ama siz iki kardeşsiniz zaten diye gülerdi ya da espriyi hiç anlamazdı. İkinci küçük oyunumuz da siz çok benziyorsunuz diye ısrar edenleri biz aslında ikiziz diye kandırmaktı. Karşıdaki biraz alıksa laf biraz uzar, bu sefer L. "evet evet ikiziz ama ben üç küsür yıl geç doğmuşum" diye meseleyi bağlardı...
İstisnasız her zaman dünyanın en süper kardeşidir ama esas dert, gam, tasa bulutlarını dağıtmakta üstüne yoktur canım kardeşimin. Yıllar önce onun için "shiny all the time ... recharging me with the energy I desperately needed" yazmışım. Evet, gerçekten de bu. Fazla ağlak diye Sezen dinlememi engelleyip süper enerjik playlist'ler devşirerek, en bayık zamanlarımda haftasonları evime kamp kurup şenlik ateşi yakarak, Scarlet O'Hara gibi "tamam, şimdi boşver, bunu yarın düşünürsün" huzurunu ve toleransını durmadan aşılayarak, gezdirerek, güldürerek, yorgunluktan bayılana kadar gitar çalarak (ve daha neler neler) geçen aylarda umutsuzca aradığım heyecanı, umudu, enerjiyi buldu getirdi.
Onsuz olmazdı, zaten onsuz hiç olmaz.

İyi ki doğdun kardeş!

Pazartesi, Temmuz 6

O beni anladı...

Ayrılmayı zorlaştıran en temel sebeplerden biri sizi tanıdığını, gerçekten iyi anladığını hissettiğiniz birisini yitirmek galiba. Çünkü, anlaşılmak hep arzuladığımız bir şey olsa da kendimizi anlatmayı genellikle beceremiyoruz ya da iyi ihtimalle kilitleri açmak çok uzun zaman alıyor. Bir anlığına bile olsa "beni anladı" hissine kapılınca da insanın içinden gerçekten Duman'ın şarkısındaki gibi gürül gürül bağırmak geliyo...
Hiç öyle kendimi kapalı kutu filan gibi görmesem de aklıma takılmıyo değil: Beni gerçekten tanıyan kaç kişi var ki şu hayatta? Ve bunlardan vazgeçmek yeri doldurulamazlıkları ölçüsünde zor değil mi?
Ayrılırken en azından kafayı rahatlatmak için iki kaçış yolu var sanki. Ya artık beni hiç anlamıyo diye suçu karşı tarafa atacaksınız ya da değiştim ben sevgilim deyip sorumluluğu üstleneceksiniz. Sizin durumunuzu ikisi de kurtarmıyorsa derhal "kendinizi iyi anlama ve anlatma" seanslarına başlamakta fayda var...

Pazar, Temmuz 5

Durmuş bir saat

Sabah büyük ölçüde tesadüf eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü açıp ilk kırk elli sayfayı muhtemelen dördüncü kez okuyup gülmüştüm. İkinci tesadüf odadaki aile yadigârı çok sevdiğim saatin (dedem babaannemle nişanlanacağı gün büyükannemlerin evine hediye getirmiş) ona on kala durmuş olduğunu fark etmem oldu. Dün sabah ya da gece mi, yoksa bu sabah mı kestiremiyorum, çünkü bazen insanın gözünden kaçıyor işte. Her zaman tıklayan alet susmuş, yelkovanla akrep birbirini takip etmez olmuş, zaman durmuş. Ve tüm bunlar her nasılsa zamanın içindeki insan(lar)ın gözünden kaçmış...
İlişkinin bitişinin muğlaklığı üzerine daha önce yazmıştım. Bir daha aynı bahse girmeye gerek var mı bilmiyorum ama bu durmuş saat yine beni aynı yere götürdü. Bir şeyler bitiyor, duruyor, akmıyor, ve bunu ancak bi zaman sonra idrak ya da kabul ediyoruz. Muvakkit Nuri Efendi "insan saati kendine benzer icad etti," dese de ne yazık ki söz konusu insan olunca bazı şeyleri yeniden kurmak hiç mümkün olmuyor.