Cumartesi, Mayıs 23

Arşiv?

Daha önce de yazmıştım eski mektupları bulmanın ve okumanın ne kadar netameli bir hissiyat olduğunu. Sonra fark ettim ki onun yazdığı şeyleri bulmak bir şey benim yazdığım şeyleri bulmak bambaşka bir şey. Hem neden bende bunlar diye garipsiyor insan, hem de belirsiz bir geçmiş zamanda kurguladığı ben, o, biz tahayyüllerine takılıyor. Bazen çok içten hatırlanan, unutulmaz şeyler, bazen de insana ben bunu ne zaman neye istinaden yazmıştım dedirtecek kadar şeffaflaşmış birikintiler.
Z. K. dedi ki - ki süper bir saptama - peki diyelim ki sen yazdıklarını hatırlamıyorsan, o da unutmuşsa, ve üstüne yazılı olan kağıt da kaybolmuşsa nereye gidiyor bütün bunlar? Gerçekten de bir yerlerde duruyor olmaları lazım...
İlişki sonrası bir şeyleri derlemeye, toplamaya, ortalıktan kaldırmaya çalışırken düşünüyorum sanki biten ilişkilerin de bir arşivi olmalı. Ne var ne yoksa hepsini bir araya getirmeli, tasnif etmeli, saklamalı.
Artık gitmesek de görmesek de o bizim ilişkimizdi sonuçta...

Perşembe, Mayıs 21

Blackout!

İçki içmemin, sarhoş olmamın tarihi epey eskidir. Anlatılmaya değer vukuatım da hiç yoktu, yani yakın zamana kadar olmamıştı. "Biz dün kahve de mi içtik?" dedirtecek boyutta blackout deneyimlerim hayatımda ilk defa bu çözülüş dönemine denk geldi. Herhalde en çarpıcısı 1 Ocak sabahı eşe dosta aldığım hediyeleri kaybettiğimi zanneder ve sağda solda aranırken, E.'nin e sen herkese hediyesini verdin, şuna şunu şuna şunu almıştın demesi oldu. Bir sürü insan, bir sürü hediye paketi nasıl bütün bütün çıkar insanın hafızasından aklım almıyor, resmen bilinç kararması!
Hâlâ bilmiyorum, sınırlarımı görmezden gelip kantarın topuzunu mu kaçırdım, yoksa süreç boyunca bir sürü şeyi unutmaya muhtaç bir tarafım vardı da ne var ne yok şuursuzca delete'e mi bastım? İnsanın kendi hakkında, belki insanlık hakkında yaptığı büyük keşiflerden biri olsa gerek bu: Evet, unutmak gerçekten mümkün! Süreçte etken olmak, unutulacak şeyi seçmek, geride kalacak karmaşayı toparlamak nasıl mümkün olur bilinmez ama hafızayla imtihan bir ihtimal olarak karşımızda işte.
Yine de blackout durumu beni dehşete düşürüyor, bir müddet itidalle içmeli...
Boire avec modération? Mais putain c'est qui ce modération! :)

Çarşamba, Mayıs 20

Teselli Metaforları: "Korkma çocuğum, kökü sende nasılsa!"

Çocukluk kabuslarımdan biri berbere gitmekti. Aylarca nedense pek aheste uzayan saçlarım vicdansız berberin kadir bilmez ellerinin insafına kalır, oturduğum sandalyenin tepesinden aşağı tutam tutam saçlar dökülürken ben dolu gözlerle aynada kendime bakardım. Annem beni teselli etmek için her seferinde üzülme güzelim, kökü sende yine uzayacak gibi sözler sarf ederdi. Pek işe yaramazdı. Haklıydı tabii, saç uzardı ama dönüp dolaşıp berbere gelmeliysem ve makas diye bir alet hep varsa köklere güvenemez ki insan?
Gariptir, ayrılıktan sonra birden saçlarımı kısacık kestirmek istedim. Sevgiliyle birlikte saçlar da gitsin, ikisi de yavaş yavaş uzarlar diye mi düşündüm acaba? :) Sonra her zamanki gibi korktum, öfkeyle kalkan zararla oturur, bu kadar derdin arasında bir de saçlarıma üzülmeyeyim dedim.
Zamanında annecim kandıramamıştı ama şimdi düşünüyorum da fena bir teselli lafı değil, zamanla her şey büyüyor, her şey küçülüyor...

Salı, Mayıs 19

Fado

Herhalde fado'yla gerçek anlamda Centre Pompidou'nun oradaki ucuz cd'cilerden aldığımız Amália Rodrigues albümleriyle tanıştım. Sözlerinden hiçbir şey anlamadığım keder yüklü şarkıları uzun süre evire çevire dinledim. Sonra Saura'nın Fados'unu izleyince daha geniş bir anlam dünyası oluştu. Ardından Lizbon'a da gidince müzik, dil, duygu iyice ete kemiğe büründü.
Fado'nun tam çevirisi yoksa da kader gibi bir anlamı varmış ve bu şarkılar genellikle ayrı düşülen birine duyulan hiç bitmeyecek can yakıcı özlemi anlatırmış. Nostalji, hasret, kayıp, hepsi bir arada. Bir teoriye göre bunlar, denize açılan sevgililerinin yolunu gözleyen ve bir müddet sonra umudunu kesen kadınların gidip de dönmeyenler için yaktığı ağıtlarmış.
Ayrılık deyince fado'dan daha juste bir tını olabilir mi?

Kal demek

Her zaman söylediğim bir şeydi: Gitmek isteyen birine ne diyebilirsin ki, ben gidiyorum deyince? Hele kal nasıl dersin. Bana sanki hep yetişkin insanlarmışız ve işte böyle bir karara varmışsa birisi, ısrar etmenin faydası yokmuş gibi gelir. Belki bir kere daha reddedilmekten korktuğum ve kendimi koruduğum için, belki de söz konusu kişiden sırf gitmek istediği için soğuduğumdan...
T.N.'ye söylediğimde çok anlam veremedi söylediklerime, "peki sana ait olan hiçbir şeyi claim etmez misin sen?" dedi. Zor soruydu. Gerçekten istediğim bir şeyse neden mücadelesini vermek gerekmesin? Birden kendimi fazla edilgen buldum ve mesele kafama takıldı kaldı.
Anlatınca N.G.'nin tepkisi tam tersi oldu: "Bunun hayatının kontrolünü eline alamamakla hiç ilgisi yok, biri artık seninle olmak istemiyorum diyorsa, senin zaten ---tiri çekmen gerekir!"
Bunu duymak kendi benlik kurgum adına biraz rahatlatıcı oldu belki ama soru aynı yerde duruyor: gitme kaaal! diyebilmek niye imkansız görünüyor? Acaba fazla mı özgür irade delisiyim? "Kendi istediği için değil ben yalvardım diye kaldı" gibi bir şüpheyi savuşturmak mı istiyorum?

Pazartesi, Mayıs 18

Yalpalamak

Çok tesadüfi bir şekilde tanıştığım ve özünde tanımadığım biri İstanbul'a geleceğini, benden de ufak tefek tüyolar alsa sevineceğini söyledi. Benim de misafirperverliğim tuttu, hemen şehre indikleri güne randevu verdim, buluştuk. Şehirle ilgili ilk izlenimlerini sorduğumda, İstiklâl'e gece 4 gibi girdiklerini ve tek gördüklerinin inanılmaz derecede yalpalayarak yürüyen genç kadınlar olduğunu söylediler. M. dedi ki ben de çok içerim, sarhoş olurum, ama bu kadar savrularak yürüyen insanı bir arada hiç görmemiştim.
Onlar için çok hoş bir karşılama olmamış şüphesiz ama benim gözümün önüne sevgilisinden ayrılmış ve neticede hep sarhoş gibi, mütemadiyen savrulan, ben dahil bir sürü arkadaş geldi. Yürümeye devam ediyorlar, gidecek yerleri de var muhakkak ama adımlar karışmış, görüş mesafesi kısalmış, dengede durmak zorlaşmış.
İki ihtimal var herhalde. İnsan bir an tökezleyip, yüzüstü kapaklanabilir. Ya da belki kendini güç bela da olsa eve atıp sağlam bir uyku çeker, sabahına toparlamış olur. Ya da acaba düşsek de kalkar mıyız?

Pazar, Mayıs 17

No need to argue

[90'ların sonunda kardeşle deli gibi dinlediğimiz, her şarkısını ezbere bildiğimiz albüme adını veren parça. Hüznü de kaybı da artık konuşacak pek bir şey kalmadığını da çok güzel özetlemiyor mu?]

There's no need to argue anymore
I gave all I could
But it left me so sore
And the thing that makes me mad
Is the one thing that I had

I knew, I knew, I'd lose you
You'll always be special to me

And I remember all the
Things we once shared
Watching tv movies on
The living room armchair

But they say it will work out fine
Was it all a waste of time
Cause I knew, I knew, I'd lose you

You'll always be special to me

Will I forget in time
You said I was on your mind
There's no need to argue
No need to argue anymore
There's no need to argue anymore