[Bu nefis pasajla Z.K. sayesinde tanıştım. Hayran kaldım. Hemen ertesi gün K.'ye okuyunca o da derhal şahane bu tespitinde bulundu. O zaman buyrun...]
"Bu aklımızı başımıza getirecek sevgilim. Kır eğlentimiz sona erdi; karanlık yolda engebeler var, arabadaki çocukların en ufağı ise hastalanmak üzere. En sıradan bir serserinin bile söyleyebileceği şeyi söyleyeceğim sana; cesur olmalısın. Hoş, sana destek ya da avuntu olsun diye ağzımdan çıkacak her şey biraz 'muhallebimsi' olacak ya, sen anlarsın ne demek istediğimi. Sen ne demek istediğimi hep anladın. Seninle yaşam güzeldi; hem güzel derken kumrular, zambaklar geliyor aklıma, kadifeler; o ortadaki yumuşacık pembe 'd', sonra dilinin o uzun, duraksamalı 'e'ye doğru kıvrılarak çıkıvermesi. Birlikte sürdürdüğümüz yaşamda ses uyumu vardı; artık paylaşamayacağımıza göre ölüp gidecek olan bütün o küçük şeyleri düşündükçe sanki biz de ölüp gitmişiz gibi geliyor. Kimbilir, belki de öyledir. Bilir misin, mutluluğumuz büyüdükçe köşeleri daha bir belirsizleşti, çerçevesi eridi sanki, derken bütün bütüne kaybolup gitti. Seni sevmekten vazgeçmiş değilim; ama içimde bir şeyler öldü, sisin içinde seni göremiyorum artık... Bütün bunlar şiir... Sana yalan söylüyorum. Ödü patlamış bir korkağım ben. Lafı ağzında geveleyen şairden daha büyük korkak olamaz. Neler olup bittiğini anlamışsındır, herhalde; şu allahın cezası 'öteki kadın' klişesi var ya. Onunla o kadar mutsuzum ki - inan bana doğru bu. Sanırım işin bu yönü konusunda söylenecek başka bir şey kalmadı.
"'Aşkta' temelden yanlış bir şeyler olduğu düşüncesinden bir türlü kurtulamıyorum. Dostlar kavga eder, birbirlerinden uzaklaşırlar, yakın akrabalar da öyle, ama 'aşka' yapışıp kalan bu yürek sızısı, bu duygu yükü, bu ölümcüllük yok mu... 'Dostlukta' bu lanetlenmiş surat yoktur hiç. Neden, nedir bu aşktaki şey? Seni sevmekten vazgeçmedim ama o hayal meyal, sevgili yüzünü öpmek artık elimden gelmediği için ayrılmamız gerek, ayrılmak zorundayız. Niye böyledir bu? Bu ısrarlı kendine özgülük nedendir? Kişinin binlerce dostu olabilir ama aşk yoldaşı sadece bir tanedir. Benim söylemek istediğimin haremlerle filan ilgisi yok; dans etmekten söz ediyorum, beden eğitiminden değil. Sanır mısın ki koca bir Türk dört yüz karısından her birini benim seni sevdiğim kadar sevsin? Bilir misin, ağzımdan 'iki' sözü çıktı mı sevmeye başlamışımdır artık, ardı kesilmez bunun. Bir tek gerçek sayı vardır; bir. Ve galiba bu benzersizliğin en güzel imgesi de aşktır.
"Elveda, bahtsız sevgilim. Seni hiçbir zaman unutmayacak, senin yerini hiç kimseye vermeyeceğim. Senin tertemiz aşkım olduğuna, bu öteki tutkumun da bir ten komedisinden başka bir şey olmadığına yeminler edip seni kandırmaya çalışmak anlamsız olur. Her şey 'tendir', her şey tertemizdir. Ne var ki bir tek şu gerçek; seninle mutlu oldum, şimdi ötekiyle sürünüyorum. Yaşam böyle sürüp gidecek. Bürodaki çocuklarla şakalaşıp midem ekşiyinceye kadar öğle yemeklerinin tadını çıkaracak, romanlar okuyacak, şiir yazacağım, bir gözüm hep tahvil fiyatlarında olacak - genel olarak her zaman davrandığım gibi davranmayı sürdüreceğim. Ama sensiz mutlu olacağım anlamına gelmiyor bu... En ufak şeyler bile bana seni hatırlatacak - yastıkları kabartıp kül karıştıracağı ile konuştuğun odalarda mobilyalara bakınca takındığın hoşnutsuz yüz, birlikte bulup çıkardığımız ufak tefek ayrıntılar - sen olmadan bunlar bana diğer yarısı sende olan bir deniz kabuğu ya da bir metaliğin yarısı gibi gelecek. Elveda. Git burdan, uzaklaş. Yazma bana. Charlie ile ya da piposunu dişlerinin arasına sıkıştırmış herhangi efendiden bir adamla evlen. Şimdi unut beni, ama sonra işin acı yönü unutulduğunda yeniden hatırla. Bu kabarıklık bir gözyaşı lekesi değil. Dolmakalemim bozuldu, bu leş gibi otel odasında bir tükenmezle yazıyorum. Sıcaklık korkunç. O eşek Mortimer'ın deyimiyle 'olumlu bir sonuca' vardırmam gereken işi de kıvıramadım. Sende bir iki tane kitabım kalmış galiba - neyse önemi yok. Lütfen, bana yazma. L."(s. 118-120.)