Cuma, Nisan 3

Ayrılmam



[Bu şarkının bendeki anısı ne komiktir. 14 yaşındayım, 18 yaşında ve üniversitede okuyan biriyla çıkmaya başlamışım. Annemler deli olmuş ve hemen ayrılıcaksın diye evde olay çıkmış. Ben de teybe kasedi koymuşum ve ayrılmaaaam diye bağırıyorum! :)]




Sona ermekte gün yine seninle/Akşamlar böyledir hep sessiz/
Eşyalar başka yerde ben bir yerde/Gölgen dolaşır gibi sanki peşimde

Işıkları yakın nedir bu his
Yokluğunda sen ne varsa sen bu evde

Ayrılmam sarılırım hayallere/Ayrılmam sevişirim özleminle/
Ayrılmam sarılırım hayallere/Ayrılmam sevişirim özleminle

Hava ağır sıkıntıda sokaklar/Sensin kaldırımlardaki bu iz/
Alışmaya çalıştıkça öfke gibi/Hasret büyüyor göğsümde sinsi sessiz

Işıkları yakın nedir bu his
Yokluğunda sen ne varsa sen bu evde

Ayrılmam sarılırım hayallere/Ayrılmam sevişirim özleminle/
Ayrılmam sarılırım hayallere/Ayrılmam sevişirim özleminle

Ayrılık Menüsü


Yeme düzeni, iştah, yenilen yemeklerle insanın ruh hali arasında bir paralellik var galiba. Bu insandan insana değişir muhakkak ama benim kendi deneyimime göre ayrılık, sofradan pek keyif alamamak demek. Mutfağa girmek istemiyorum, kendim için kesinlikle yemek yapmıyorum, etrafta kalabalıklar yoksa masaya oturmak manasız oluyor.
İşin ilginç tarafı ufak bir flört yaşamanın ya da aşık olmanın da aynı etkiyi yarattığını çok iyi biliyorum. Hani Amerikalıların midemde kelebekler uçuşuyor dedikleri, fazla mutluluktan kaynaklanan garip bir kasılma ve yutkunamama hissi.
İlişkilere dair bu iki ucun böyle bir noktada birleşebiliyor olması acayip. Bir açıdan bakınca duygusal açıdan sırt sırta süreçler bunlar. Aynı yoğun duygular, aynı çalkantı hissi, aynı bilinmezlik. İnsanın iştahını kaçıran bir heyecan ya da gerginlik...
Yeme-içme sektörü düzeyli ilişkilere yatırım yapmalı, başlangıç ve bitiş arasındaki huzurlu dönem olmasa herhalde kepenk indirirler :)

Yalnızlık Senaryoları: Sinema


Hayatın birçok alanında iki kişi var olmaya alıştıktan sonra, buralarda tek başına olmak hem hoş hem de bazen gergin bir şey.
Neredeyse hep iki kişilik gruplardan oluşan bariz bir alan tabii ki sinema. Zaten ta ilk flörtlerimizden beri hep romantik kategorisinde yer alan bir aktivite...
Kendi adıma yalnız sinema izlemeyi çok severim, çok da izlerim. Özellikle de festival zamanı, izlediğim filmlerin üçte birinde yalnız olurum (aynı filmde bir tanıdığa rastlamak çok olasıdır o ayrı). Bu sene de yarın başlayacak festivale bir düzineden fazla bilet aldım. Bu sefer tabii hepsini "bir indirimli" diye istedim biletix gişesinden. Sonra elimde bir tomar biletle düşündüm: Ya sen bu kadar kısa süre içinde bir sürü filmde yalnız bunalmayacak mısın?
Mesela Emek'te 7 matinesi. Yalnız yalnız sinemaya yürüyüp, filmi izleyip çıkışta tıpış tıpış eve mi gideceksin? İki kişiyken alışkın olduğun film öncesinde ya da sonrasında bir şey yeme-içme-yapma durumunu özlemeyecek misin?
Bakalım, yarından sonra iki hafta boyunca anlamak için epey fırsatım olucak. Yaşasın festival ! :)

Perşembe, Nisan 2

Diyalog?


Son birkaç onyılın en gözde kavramlarından biri de herhalde açık toplum, sivillik vesaire bağlamında diyalog. Bir çok alengirli sıkıntılı konuda diyalog yollarının açılmasının imdadımıza yetişeceğini zannediyoruz: Konuşun bi hele, bi şeyciğiniz kalmaz... Açıkçası ben de benzer hisler içindeydim. Aylar önce ilk defa bir derdim var muhabbeti çevirdiğimizde birkaç günlüğüne çok çok hafiflemiş hissetmiştim. Bak işte derdimizi birbirimize açtık, nasıl olsa çözümünü de bulacağız. Ama görünüşe göre konuşarak çözülmeyecek, hatta daha da karmaşıklaşacak şeyler var.
İnsan ilişkisini, hislerini masaya yatırınca, sohbet malzemesi yapınca hissiyat olarak varolan şeyler dile getiriliyor ve gerçeklik kazanıyorlar. Dil yeni bir gerçeklik üretiyor ve bazı sorunları sırf söyleyerek var ediyoruz. Yani, belki de bir çuval inciri berbat ediyoruz...
Kim demiş her şey herkesle konuşulabilir diye? Hele ki ben yıllardır şeffaflık totaliterliktir şiarına bu kadar inanırken...

First there was chaos...

[Sam Javanrouh]

İnsanı hayatta yıkıcılığa götüren biraz da hiç vazgeçemediğimiz kaos hissi mi acaba? Bir yandan her şeyi yerli yerine oturtmak istiyoruz, diğer yandan kervan yolda düzülür misali hep devinmeyi özlüyoruz.
Ev aramak zevkli, bulmak, içine eşyalar almak, yıllarca sağını solunu değiştirmek zevkli, ama ya epeyce oturmuş yerleşmiş bir evde oturmak? İskambil kağıtlarından bir kale yapmak eğlenceli ama neticede onu öylecene bırakmıyoruz, yıkıp yenisini yapıyoruz...
Bu açıdan düzenini kurmuş olma hissi de bizi dizginlerimizden boşalmaya itiyor olabilir. Hep o başlangıçta kaos vardı noktasına geri sarmaya çalışıyoruz. Düğümler çözüldükçe dolansın, görüntüler netleştikçe flulaşsın istiyoruz belki de...
Arkadaşım Z. bu laflarımı pek anlamlı bulmadı. "Yaşadığımız dünyada hayatta milyon türlü kaos var, illa kendi ilişkinize eziyet etmeniz şart mı?" dedi. O da haklı, her şeyi olduğundan komplike hale getiren belki de biziz, bizim tercihimiz...

My Suicidal Dream...


İntihara meyilli olmak ya da olmamak muhakkak çok kişisel bir şeydir. Birilerinin içinde vardır, birilerinin yoktur. Zaten bu yüzden de herhangi bir intiharı anlamak, anlamlandırmak iç dinamikleri asla bilemediğimiz için neredeyse imkansızdır.
Ayrılık meselesi ve o dönemde konuştuğumuz hayata, işe güce dair başka bir sürü şey bizi hep bu intihar tartışmasına getiriyordu. İkimiz de birey olarak bunu kendimizde hissetmiyoruz ama söz konusu hayatımız, ilişkimiz olduğunda kendimizi çatıdan aşağı bırakmak noktasındayız. Neden geri çekilmiyoruz, neden arkamızı dönüp uçurumun kenarından uzaklaşmıyoruz? Bizi bu kadar pes ettiren ne var ki aslında?
O zaman R.'yle konuştuğumuzda, tamamen başka bir bağlamda insanın fiziksel olmasa da metaforik açıdan ne kadar intihar sınırında yaşamaya meyilli olduğundan söz etmişti. Hayatımızı kolay kolay kendi elimizle sona erdiremiyoruz belki ama bir sürü başka konuda kendimizi boşluğa bırakıveriyoruz...

Çarşamba, Nisan 1

The Kiss


You first think that no other lips would be like his/hers, that you could not possible fit into other people's mouths again so comfortably.
But then, one day, you kiss somebody else and surprisingly realize that it works. Those new lips may feel as beautiful and delicious as those of your ex-love; they may grasp yours as tight as you want, and you may find yourself unwilling to let them go. In the end, you may even feel as good as you used to once.
Some believe that the first kiss is crucial for the fate of a relationship: when one works the other also works. This hardly seems to be the case. Maybe you cannot live with a bad kiss. That's true. But a good kiss is not everything. It has a whole different truth in itself.
It is not life. It's just a kiss!

Ayrılık Metaforları: "Yemek bitti!"


[Buradaki bir sürü hikaye, anekdot aslında etrafımdaki arkadaşlardan geliyor. Her gün gördüğüm şahane dostum K. elbette en çok teşekkür edilesi insan. Bu metafor onun. Ya da sanki o da başkasından mı duymuştu?...]

Mesela öğlen yemeğindesin (ya da akşam da olur). Çok sevdiğin bir yemek söyledin, geldi. Yavaş yavaş, mutlu mutlu yiyorsun. Belki de hiç bitmesin istiyorsun. Eh elbette bir an geliyor, yemek bitiyor.
Bunu büyük mesele yapıp ağlamaya filan başlamak manasız. Kabullenmek gerek. Yemek bittiyse, sofradan kalkmalı. Dünyanın sonu değil bu, ömrümüzü bundan böyle aç geçireceğiz diye bir şey de yok. Daha başka öğünlere de gelecek sıra, önümüze başka tabaklar konacak, başka lezzetler tadıcaz.
Yemek bitmiş olabilir ama sırada belki de pasta var ! :)

Affetmek?


Bazı ilişkilerin öyle başka dinamikleri var, alttan alta akmaya devam eden öyle alışıldık bir sevgi ve şefkat var ki affetmek çok farklı bir anlam kazanıyor. Mesela, biz ikimiz de biliyoruz ki ciddi anlamda kızgınlık, öfke, nefret duymamız mümkün değil. Tam tersine garip bir anlayış, mazur görüş, kızamama hali yaşıyoruz.
Aslında en temel olarak her iki taraf da yaşananlar yüzünden sonsuz kırgın hissediyor, birbirine ancak anlatılmaz derecede hüzünlü gözlerle bakabiliyor. Ama bu özür dilemeye ya da af beklemeye dayalı bir kırıklık değil. Bu öyle bir kaybediş duygusu ki tamiri yok. Tesellisi yok.
Bu hem her şeyi peşinen affetmek demek hem de asla yutkunamamak.

Salı, Mart 31

Dargın Değilim

[Katie M. Berggren, 2008]
Üzgünüm gidenler için
Üzgünüm bitenler için
Sadece çok üzgünüm dargın değilim

N’olur sen de beni affet
Kahır değil bu kıyamet
Cezamızı çekiyor gibiyiz
Belki de nihayet
Bir gün çalınırsa kapımız
Tekrar anılırsa adımız
O zaman sarılır kanayan yaramız

Günahlar günahlar günahlar
Gün gelir zaman bizi aklar
Yıkanır ihanetler
Yıkanır ahlar

Ayrılık Metaforları: "Perde Kapandı!"


Soğukkanlı analizler işe yaramadıkça aklıma türlü türlü metaforlar geliyor. Sanki bunların anlatım gücü daha fazla. Dün yürürken birden kafamda bir görüntü canlandı, tiyatrodayız, oyun bitmiş, perde kapanmış, ama hala ısrarla oturmaya devam ediyoruz.
Artık böyle yapmak o kadar manasız ki, eğer bittiyse, bittiğine kaniysek kalkıp salondan gitmeli, kapıda vedalaşmalı, kendi yollarımıza ayrılmalıyız. Bir ihtimal matinedeysek ve oyun suarede tekrarlanacaksa bile üstünde oturduğumuz koltuklar çoktan birine satılmış ve biz bu oyunun meşru izleyici kitlesi olmaktan çıkmış olabiliriz.
Zaten ben oldum olası ikinci şansa pek inanmamışımdır. Her şey bir kerede olur biter. Bazen bitiş yavaş olsa da bitmeye başlayan bir şeyi yeniden başlatmak çok olası değildir.
Perde kapandıktan sonra salonda beklemek eziyetten başka bir şey değil, kalkıp gitmek gerek. Oyun bitti...

Şık patlamalar ;)


Aslında bir önceki konuyu daha anlamlı hale getirmek için çok ama çok takdir ettiğim patlamaları da burada dile getirmem lazım. Kişinin içinde bulunduğu duruma, ihtiyaçlarına ve ilişkisinin parametrelerine çok bağlı bence bu tepkiler. Dışarıdan bakan birisine inanılmaz görünse de yaşandı böyle şeyler ve olayların faili olan arkadaşlarıma çok iyi geldiğini ben kendi gözlerimle gördüm.
Örneğin E. yapay gülüşlü, yağlı saçlı, üstelik de muhafazakar sevgilisi R. ona kazık atınca hem onu bir güzel evden sepetlemiş hem de evde kalan kıyafetlerini salonun ortasına yığıp üstüne kırmızı boyaları boca etmişti! Soğukkanlı ya da objektif olmaya çalışan bir bakış belki bunu kabul edemez ama hayat bu kadar katı çizgilerle yaşanmıyor.
Diğer çok şık hareket de K.'ninki. Sevgilisi hem damdan düşer gibi - ya da aslında onu damdan aşağı iter gibi - ayrılma lafıyla geliverdi hem de tetiği çeken, yarayı açan kendisi değilmiş gibi, durmadan iyi misin, iyi olmanı istiyorum, mutlu olmanı istiyorum kabilinden hastane ziyareti diyaloglarına girdi. K. tabii ki çok şık patladı: Ben senin mutlu olmanı istemiyorum!
Süper dürüst, içi dışı bir tepkiler bunlar. Yapay bir nezaket gösterirken iğneleyici laflarla konuşmak çok daha manasız. Söyleyelim, yapalım olsun bitsin, iç sarsıntıları atlatmak ve bir oh çekmek için gerekli...