İnsan birinden ayrılınca, ilk iş onu hatırlatacak şeyleri göz önünden kaldırmak istiyor. Herhalde öncelikle fotoğrafları. İşe girişince bir de bakıyorsunuz ki aslında bütün ev fotoğraflarınızla doluymuş...
Tabii iş bununla da bitmiyor. Onun aldığı, genellikle bir anlamı olan hediyeleri de bir müddet el altından kaldırmak gerekli gibi hissediyor insan. Ama bu da o kadar meşakkatli ve o kadar girift bir şey ki. Aynayı ya da çerçeveyi duvardan indirseniz izleri aynen orada kalıyor; çakmağı rafa kaldırayım deseniz kalemden hiç vazgeçemiyorsunuz; kütüphaneden bir kitap göz kırpıp duruyor...
Biraz düşününce insan bunun bir çıkmaz sokak olduğunu anlıyor. Hadi hediyeler bir yana, zaten her şeyi, bir sürü şeyi birlikteyken bulmuş, almış, bir yere dolduruvermişsiniz; hepsi yerlerine yerleşmiş, alışmış, tozlanmış.
Neticede hepi topu birkaç eşya, onlara da huzur vermek lazım. Hem onlar bir anlamda ölümsüz, başka mutluluklar görmelerine izin vermek lazım...