Salı, Haziran 2

Özgürlük? Yalnızlık?

Kendi evimdeki ilk günü hiç unutmuyorum. Ekim başında bir Pazar günü pek de gönüllü olmayan aile, ne düşüneceğini bilemeyen sevgili, belki birkaç eş dost yardımıyla taşınmıştım işte. Hem de sevgili Mümtaz'ın mahallesine. Öğleden sonra eşyalar yerleşip herkes hadi hayırlısı deyip gittiğinde salon işlevi gören avuiçiçi kadar odada hiçbir şey yapmadan mutlu mesut oturmuş, birkaç saat sonra havayı hala aydınlık görünce ağzım kulaklarımda yürüyüşe çıkmış, dönünce de mercimek çorbası yapıp içmiştim.
Bir müddet bu hiç bilmediğim özgürlük sarhoşluğuyla geçti. Sonra yavaş yavaş özgür hayatın epey yalnız bir şey olduğu kafama dank etmeye başladı. En çok da karlı bir gün camdan bakarken. O göz kamaştırıcı beyazlık, çook hafif yağmaya devam eden kar, televizyondan kulağıma çalınan okullar tatil haberleriyle tekinsiz yerlere gidiverdim: çocukluk, kardeş, karda yuvarlanırken donumuza kadar ıslanıp annemi velveleye vermelerimiz, sobanın başında ısınmalar... Derhal o karlı günleri kendi evimde geçiremeyeceğime kani oldum.
Bilinemeyecek, tahmin edilemeyecek bir şey değil bu elbette ama özgürlük ve yalnızlığın bu kadar sırt sırta olması gözümü korkutmuştu o zaman. Kabullenmek ağır gelmişti. Özgür olmak hep geçer akçedir belki ama yalnızlık bir yere kadar (hayır ömür boyu değil!) diye düşünmüştüm, hala da düşünürüm.
Yine de bu güzel havalarda tek başıma yollarda yürürken, denize bakarak kitap okurken, akşamları oturup yazarken, yalnız ve özgürken iyi hissediyorum. Ama ara ara aynı korku basmıyor değil: kar yağarsa n'olucak?

Hiç yorum yok: