Pazartesi, Haziran 1

Bahçemizi yeşertmek

Candide'i okuduğumda sene 95 falandı herhalde. O yaşta anlamaya ne kadar müsaittim bilmiyorum ama ilk okuyuşta büyülenmiş, ardından aynı yaz içinde 4-5 kez okumuştum.
Candide'in bütün dünyayı dolaştığı kitap gerçek anlamda bir serüvenler silsilesini anlatır. Durmadan insanın niçin yaratıldığını ve hayatın anlamını sorgulayan kahramanlar, ilginçtir cevabı Marmara kıyılarında yaşlı bir adamdan alırlar: "...[bahçemi] çocuklarımla birlikte eker biçerim; bu iş, üç büyük kötülük olan can sıkıntısını, ahlaksızlığı ve yoksulluğu bizden uzak tutar." Candide biraz düşündükten sonra bu adamın şimdiye dek gördükleri en mutlu kişi olduğuna kanaat getirir ve kitap "bahçemizi yeşertmek gerek" sözleriyle biter - yani bir anlamda yerleşmek, kök salmak, üretmek şiarıyla.
Geçen E.'ye yazarken modern hayatın dayattığı sonsuz hareketliliğin, serüvenin ne kadar gıcık olabildiği geldi aklıma. Bin kere ev, okul, iş, arkadaş, şehir değiştiriyoruz. Alıştığımız, bağlandığımız her şeyden gün geliyor kopuyoruz, köklerimizi ta en derine salamıyoruz. Aslında bu açıdan hayatımızın bütününe yayılan, durup durup tekrarlayan leitmotif birebir ayrılık! (Sevgililerimizden ayrılmışız çok mu?) Doğduğu köyde yaşlanıp ölen tipler olsaydık daha mı mutlu olurduk acaba?
Voltaire'e rağmen bu da kocaman varoluşsal sorunlarımızdan biri işte: hem rutin arıyoruz hem macera, hem köylü olmak istiyoruz hem korsan, hem Candide'e özeniyoruz hem Don Kişot'a!

Hiç yorum yok: