Cuma, Mayıs 29

Vertigo

Üniversiteden geç saatte çıktığımda boğaza inerken birbirini izleyen dik yokuşlar hem nemli hem de kocaman çınar yapraklarıyla kaplı olduğu için yürümek zor gelirdi. Bir yandan insanı önüne katmak isteyen eğime yenik düşmemek için durmadan fren yapmak, bir yandan da ıslak yapraklara basıp kaymamak için yere sağlam basmak gerekirdi. Böyle akşamlardan birinde, bu ayakta kalmaya çalışma çabasından inanılmaz sıkıldığımı, düşmekten korkacağıma bir an önce düşsem de kurtulsam diye düşündüğümü hatırlıyorum. İşin ilginci bir noktadan sonra korku diye bir şey kalmamış, tam tersine düşme arzusuyla mücadele etmek gerekmişti.
Hayat çoğumuzun kapıp koyvermesine müsaade etmiyor herhalde ama her an biraz da olsa bu yerçekimine yenik düşme isteğini duymuyor muyuz? Özellikle de enikonu zayıf, korunmasız hissettiğimizde kendimizi boşluğa bırakma arzusuyla sarhoş olmaz mıyız? En iyisi bir bilene sormak: "Le vertige, c’est autre chose que la peur de tomber. C’est la voix du vide au-dessous de nous qui nous attire et nous envoûte, le désir de chute dont nous nous défendons ensuite avec effroi." (L’insoutenable légèreté de l’être, p. 79.)
Bu son derece varoluşsal durumdan kaçabilmek için her merdiven kenarına trabzan, her balkona parmaklık, her falezin önüne set koyuyoruz. İlişki de hayat ve uçurum arasındaki bu paravanlardan biri bazen, uçsuz bucaksız abyss'i ortadan kaldırmıyorsa da gözden ırak tutuyor...

1 yorum:

G. Fişek dedi ki...

Yanlış ama olağanüstü. İlişki o abyss'in ta kendisi. Hem abyss, hem bliss. Yine de bir merdiven kenarından, bir balkondan, bir falezden, uzakta, sisin içinde abyss sandığı şeye bakan adam için ben de bir bilene danışıyorum: "And although nothing much can be seen through the mist, there is somehow the blissful feeling that one is looking in the right direction."