
İki sene kadar önce çok üzüldüğüm, haftalarca durup durup umutsuzluğa kapıldığım bir dönem olmuştu. Her şey kapkaranlık gibiydi, sonsuz bir sıkıntı, bulantı hâkimdi. Sonra bir gün, belki bir ay sonra, kendimi çok sevdiğim bir yerde, şehrin belki de en güzel kahvesini söylemiş, keyifle sigarayı içime çeker ve defterime mutluluğuma dair şeyler yazarken buldum. Kendime gelmem çok sürmedi. Birden derin bir suçluluk duygusuyla sanki önceki hüznüme ve hayatı kaldıramaz ruh halime ihanet ettiğimi düşünüp ayakta kalmaya programlı insan varoluşundan tiksindim. Başka türlüsünün elimden gelmediğini çaresiz kabullenerek.
Şu sıralar da ayrılık sonrası sıkıntılar arasıra görünmez olabildiğinde, kendimi mutlu addettiğimde çift taraflı bir bıçak içimi acıtıyor. Hem bu kadar kolay olmamalı, gözyaşlarını bitti mi sandın diye aynada karşılaştığım gülen surata kızıyorum, otur yasını tutmaya devam et diye. Hem de bir korku duyuyorum, acaba mutlu olmak benim için o kadar büyük bir ihtiyaç da o yüzden kendime muhayyel saadetler mi kuruyorum? Neden depresyon katı gerçek gibi geliyor da mutluluk en çok uçucu, kısa ömürlü kelebekleri hatırlatıyor?
1 yorum:
belki de mutluluk baştan aşağı bir yanılsama olduğu içindir. yani karanlık kuyularun dibini göremeyebiliriz ama oraya inip çıktığımızda elimizde tutacak sağlam bir şeyler olur. şen zamanlarsa çoğu zaman arkalarında silik tortular bırakarak kaybolurlar. bir şiir kitabında dendiği gibi :) : "Even in laughter the heart is sorrowful; and the end of that mirth is heaviness."
her ne ne kadar acı çekmek daha ağır bir gerçeklikse de hayatın amacı ve anlamı acı çekmek değil, mutlu olmaya çalışmaktır -sanırım hepimiz için bu böyle- aslında mutlu olmak değil de yerini bulmak, huzurlu olmak, vs...
Yorum Gönder