Perşembe, Haziran 25

The Flatliners

90'ların meşhur filminde beş doktor arkadaş, gözlem altında kendilerini birkaç dakikalığına öldürüp sonra yeniden hayata döndürmeyi deniyordu. Maksat tabii ki herkesin merak ettiği ölümden sonrasına dair sırra vâkıf olabilmek. Çizgiyi geçenlerin ölüyken gördükleri özünde iyi şeyler olsa da hayata döndüklerinde yakalarını bırakmayan birer kâbusa dönüşüyordu. Sanki ölmemiş de bilinçaltlarında dolaşmaya çıkmışlar gibi herkesin karabasanı kendi benliğine ve geçmişine dairdi...
Ayrılıktan sonra hayat var mı diye soran ya da endişeye düşen bir sürü arkadaşımı düşünürken aklıma bu film geldi. Söz konusu olan büyük aydınlanmalar olmasa da (threshold of revelation filan değil tabii) insan bu süreçte kendine dair yeni şeyler keşfediyor. Bazı şeylerle yüzleşiyor. Dehlizleri deşiyor. Hele de her müsait zamanınızda kaleme, kağıda, klavyeye sarılırsanız epey derinlere inilebiliyor.
Hayır hayır, terapiyi bedavaya getirmek için ayrılmayın sevgilinizden, gidin paşa paşa koltuğa uzanın, daha kısa ve acısız...

2 yorum:

Fulya dedi ki...

Bu filmi izledikten sonra, orta birde filan, oturup Kiefer Sutherland'a mektup dosenmistim bir guzel. Adamin manager'i iyi calisiyor olsa gerek, bir kac hafta sonra imzali fotografi gelivermisti de, havalara ucmustum. Alakasiz bir yorum oldu. Serbest cagrisim diyelim.

Adsız dedi ki...

alakasız olur mu fulyam senin sebatkar ve de sevecen doğana dair neler söylemiyo ki ! :)